Selâmet kapısı hadisi

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed, Allah’ın duası ve selamı ona ve tertemiz Ehli Beytine olsun, buyurdu ki:

 

“Ehli Beytim içinizde İsrail oğullarının bağışlanma ve kurtuluş “Hıtta” kapısı gibidir. Her kim o kapıdan geçerse bağışlanır, kurtulur.”

 

Bu mübarek hadisi şerifin anlamını daha iyi kavrayabilmek için, İsrail oğullarının devrinde gerçekleşen “Hıtta” bağışlanma kapısı olayını açmak gerekiyor. Hıtta, bağışlanma kapısı olayı Kuran’ı Kerim’de geçmektedir. Şanı yüce Allah Kuran-ı Kerim’de buyurdu ki:

 

“(İsrail oğullarına:) Bu kasabaya girin, orada bulunanlardan dilediğiniz şekilde bol bol yiyin, kapısından yere eğilerek girin, (girerken) «Hıtta!» (Ya Rabbi bizi affet) deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım; zira biz, iyi davrananlara (karşılığını) fazlasıyla vereceğiz, demiştik. Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.”  (Bu ayet, Kuran’ı Kerim’in iki suresinde geçmektedir: Bakara suresi: 58-59 ve A’raf suresi: 161-162)

 

Ayetlerde zikredilen “Hıtta” kelimesinin bağışlanma olarak değerlendirilmesinin sebebi, Kuran’ı Kerim’in tefsirini yapan Ehli Beyt imamları ve dil bilginlerinin bu kelimeyi “Bizden günahlarımızı indir” anlamında verdiklerine dayanmaktadır. Hıtta, indir anlamında meal edilmiştir. Ayetlerde zikri geçen şehrin, Kudüs veya Eriha olduğu söylenmiştir. Bu iki şehrin giriş kapıları vardı. İsrail oğulları işledikleri hatalar yüzünden, ceza olarak 40 yıl aynı bölgede sahrada dönüp dolaşmışlardı. Daha sonra şanı yüce Allah, onların günahlarını affetmek için bu kapıdan ona secde ederek ve ondan bağışlama (mağfiret) dileyerek şehre girmelerini istemişti.

Ayetlerde, İsrail oğullarının içinde zalim olanların, hakkı inkâr edenlerin varlığından söz ediliyor. Aynı zamanda, İsrail oğullarının hak kelimesini başkasıyla, batıl olanıyla değiştirdikleri de apaçık bir şekilde beyan edilmiştir.

Peygamber efendimizin buyurmuş olduğu ve doğruluğunda şüphe olmayan hadislere göre, İsrail oğullarının yaptıklarını bu ümmetin de yapacağının beyanı vardır. Ayeti kerimelerin ve doğruluğunda şüphe olmayan hadisi şeriflerin verdikleri beyana göre, bu ümmet te bağışlanma kapısı olan Ehli Beyte karşı zulüm etmiştir. Peygamber efendimizin Ehli Beyt hakkında buyurmuş olduğu hak sözlerini yalan sözlerle değiştirdiler. Bu ifade, doğru ve gerçeğe dayanan bir tespittir. Nitekim bu tespit, ancak ve ancak ayeti kerimelerin ve doğru kabul edilen hadislerin beyanlarına dayanmaktadır.

Peki, peygamber efendimiz tarafından Ehli Beyt hakkında buyurmuş olduğu hangi sözünü (hakkını), bu ümmetin içinde bulunan zalimler başkasıyla, yalan olanıyla değiştirdi? 

İsrail oğullarının günahlarından ve hatalarından kurtulmaları ve bağışlanmaları için bu kapıdan secde ederek geçmelerinin istenmesi ve bu ümmete de Ehli Beytin bağışlanma kapısı olarak gösterilmesinin sebebi ve aradaki bağı nedir?

Kuran’ı Kerim’in ayetlerinin verdikleri bilgilere göre, İsrail oğullarının çoğunluğu peygamberlerine itaat etmemişlerdi. Hz. Muhammed (s.a.a.s.), vefatından sonra ümmetinin de çoğunluk olarak itaatinden çıkacağını iyi biliyordu. Peygamber efendimizin vasiyetine karşı ümmetinin yapacağı muhalefetten, itaatsizlikten ve günahlardan kurtulmak isteyenlerin, Ehli Beytin kurtuluş ve bağışlanma kapısından içeri girmeleri istenmiştir. Ehli Beyt kurtuluş ve selamet yeridir. Ehli Beyt bağışlanma, Allah’a doğru yönelmenin yurdu ve kapısıdır. Ehli Beytin bu kapısı, İslam dinine giriş yeridir. Bu kapıdan ancak iyi davranış sahipleri (ihsan sahibi olan kullar) girebilecektir. Buradan içeri giren İslam’a girmiş olur ve bu kapının dışında kalan ise, İslam’ın dışında kalmış olur. Ehli Beytin İslam dini kapısından secde ederek, saygıyla eğilerek, gönül hoşnutluğuyla girmek gerekir.

Bu kapıdan girenlerin secde etmeleri neden istendi?

Ehli Beytin kapısından girenler, şanı yüce Allah’ın şehrine, diyarına girmiş olurlar. Şanı yüce Allah’ın yurdunda onun yüceliği önünde eğilmek, gönül rahatlığı ile secde etmek, imanın işareti ve kanıtıdır. Bu kapıdan içeri girenlerin kalplerinde kibirlenme hissi olmaz. Bu kapıdan içeri girenler, Ehli Beytin onların kurtarıcıları olduklarını samimi bir şekilde kabullenir ve onlara gereken saygıyı ve sevgiyi gösterirler. Bu saygı ve sevgi Ehli Beyte itaattir, onları kabullenmektir. Bu itaat ve kabullenme, gönlümüzün derinliğinden hayatımıza yansımalıdır. Hayatın esas özü, insanı insan yapan değeri, bu kapının ardından alınan İslam dini bilgilerine dayalıdır. Bu sebeptendir ki İslam dini, şanı yüce Allah’ın en yüce makamındaki dindir. Bu dine tutunanların yüce değerlere sahip olmaları, onların gerçek İslam dinine, şanı yüce Allah’ın katındaki İslam’a bağlı olduklarının kanıtıdır.

 

Kuran’ı Kerim’de anlam olarak birbirine çok yakın olan ayetler mevcuttur. Ama “Hıtta” (bağışlanma) kapısıyla ilgili, iki surede mevcut olan dört ayeti kerimenin birbiriyle bu kadar örtüşmesi, bu ayetlerin arkasındaki mesajın önemini öne çıkarmaktadır. Lütfen, ayetleri bu açıdan değerlendirelim. Şanı yüce Mevla’mız Allah, bağışlanma ve selamet kapısı Ehli Beytten, onun diyarına girmeyi hepimize müyesser kılsın.       

 

Kaynaklar

 

(1*)

Alevi kaynakları bu konuda ittifak içindedir.

Sünni kaynaklar:

 

  1. Osman bin Muhammed bin Ebi Şeybe el-Kufi, vefatı 235      hicri, “El-Musannaf” kitabında, c: 7, s: 503
  2. Ahmed bin Hanbel (Hanbeli mezhebinin imamı), vefatı      241 hicri, “El-Fadâil” kitabında, c: 2, s: 785
  3. Hafız Ebil-Kasem Suleyman bin Ahmed el-Tabarani,      vefatı 360 hicri, “El-Mu’cem el-Kebir” kitabında, c: 3, s: 46;  “El-Mu’cem el-Avsat” kitabında, c: 4, s:      10; c: 85 “El-Mu’cem el-Sağiyr” kitabında, c: 1, s: 140; c: 2, s: 22
  4. Abdullah bin ‘Adey, vefatı 365 hicri, “El-Kâmil”      kitabında, c: 4, s: 198
  5. Hafız Ebi Bekr Ahmed bin Musa bin Merduveyh      el-İsfahani, vefatı 410 hicri, “Menakib Ali bin Ebi Talib” kitabında, s:      214, 263, 313
  6. Ebul-Hasan Ali bin Muhammed el-Culabiyyu bin      Mağazili el-Şafii, vefatı 483 hicri, “El-Menakib Ali bin Ebi Talib”      kitabında, s: 132
  7. Ubeydullah bin Abdullah bin Ahmed Ebul-Kasem Hâkim      el-Nisaburi el-Hisikani, vefatı 495 hicri, “Şevahid’ul-Tenzil” kitabında,      c: 1, s: 361
  8. Ebu Şuca Şiruveyh bin Şehridar el-Hamadani      el-Deylemi, vefatı 509 yılında, “Firdevs’il-Ahbar” kitabında, c: 3, s: 90
  9. Muhibbuddin Ahmed bin Abdullah el-Tabari, vefatı 694      hicri, “Zahair’ul-‘Ukba” kitabında, s: 20
  10. Ebu İshak İbrahim bin Sa’duddin el-Hamaviy      el-Cuveyniy, vefatı 722 hicri, “Feraid’ul-Sımtayn fi fadaili el-Murtada      vel-Betul ves-Sıbtayn” kitabında, c: 2, s: 242
  11. Cemaluddin Muhammed bin Yusuf bin Hasan bin Muhammed      el-Zarandi el-Hanefi, vefatı 750 hicri, “Nazmu durer el-Samtayn”      kitabında, s: 235
  12. Ali bin Ebi Bekr bin Suleyman el-Heysemi, vefatı 807      hicri, “Mecma’uz-Zevaid” kitabında, c: 9, s: 168
  13. Takiyuddin Ahmed bin Ali bin Abdulkadir el-Makriyzi,      vefatı 845 hicri, “İmta el-Esma” kitabında, c: 11, s: 178
  14. Ali bin Muhammed bin Ahmed el-Maliki el-Mekki İbin      Sabbâğ, vefatı 855 hicri, “Fusul el-Muhimme” kitabında, c: 1, s: 26
  15. Celaluddin Abdurrahman bin Kemaluddin el-Mısri      el-Suyuti, vefatı 911 hicri, “Câmi’ul-Sağiyr” kitabında, c: 2, s: 177;      “Durr’ul-Mensur” kitabında, c: 1, s: 71-72; “Cam’ul-Cevâmi” kitabında, c:      2, s: 108
  16. Nuruddin Ali bin Abdullah bin Ahmed el-Semhudi,      vefatı 911 hicri, “Cevahir’ul-‘İkdeyn” kitabında, c: 2, s: 190
  17. Şihabuddin Ahmed bin Muhammed bin Ali el-Heytemi,      vefatı 926 hicri, “Sav’ik el-Muhrika” kitabında, s: 111
  18. Muhammed bin Yusuf el-Salihi el-Şami, vefatı 942      hicri, “Subul el-Huda vel-Reşâd” kitabında, c: 11, s: 11-12, 297
  19. Muttaki Ali bin Husameddin el-Kureyşi el-Hindi,      vefatı hicri 977, “Kenz’ul-‘Ummâl” kitabında, c: 2, s: 435; c: 11, s: 603;      c: 12, s: 98-99
  20. Zeynuddin Abdurrauf bin Tacul-Arifin el-Munavi,      vefatı 1031 hicri, “Faydul-Kadir” kitabında, c: 4, s: 469
  21. Muhammed bin İsmail el-‘Acluniy, vefatı 1162 hicri,      “Keşf’ul-Hafa” kitabında, c: 1, s: 204
  22. Suleyman bin İbrahim el-Kunduzi el-Hanefi      el-Nakşibendi, vefatı 1294 hicri, “Yenabi’ul-Mevedde” kitabında, c: 1, s:      93-94