Âl-i Muhammed’in ibadetteki yeri
“Âl-i Muhammed kimdir?” başlıklı yazımda, Âl-i Muhammed’in Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimizden ibaret olduğunu, delilleriyle beyan etmiştim.
Dinin özünde yer alan ibadette (namazda) Âl-i Muhammed’in (Ehli Beytin) anıldığını açıklayan ayeti kerimeye ve hadisi şerife değinmek istiyorum. Şanı yüce Allah, peygamber efendimiz Hz. Muhammed’de (Allah’ın duası ve selamı ona ve tertemiz Ehli Beytine olsun) şu ayeti indirdi:
“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzap suresi: 56)
Ashap (peygamber efendimizin etrafında yaşayanlar), bu ayet indikten sonra peygamber efendimize sordular:
“Ey Allah’ın elçisi! Sana nasıl selam vereceğimizi biliyoruz. Ama nasıl salavat getireceğimizi bilmiyoruz!”
Peygamber efendimiz cevap olarak şöyle buyurdu:
“Deyiniz ki: Ey Allah’ım! Salavatını ve bereketini İbrahim’e ve Âl-i İbrahim’e kıldığın gibi, Muhammed’e ve Âl-i Muhammed’e de kıl. Sen övülmeye layık ve yücesin.” (1*)
Ayeti kerimede ve hadisi şerifte geçen “salavat” (getirirler) kelimesine çeşitli manalar verilmiştir. Bu manalardan birkaçını Kuran’ı Kerim’in meallerinden veriyorum:
“rahmet, övgü ve iltifat ile anarlar.”; “överler”; “desteklemektedir”; “ikramda bulunurlar”; “kutsarlar”; “onun şerefini gözetmeğe, şanını yüceltmeğe özen göstermekte”…
“Salavat” kelimesine “duaların ve kutsallığın en yücesi, en hayırlısı” manasını vermek, kanaatimce en doğrusudur.
Peygamber efendimizin Ehli Beyti olan Âl-i Muhammed, şanı yüce Allah’ın ve Meleklerinin en yüce duasına mazhar olmuştur. Bu yücelik Müslümanların ibadetine, namazlarına yerleştirilmiş, ebedi kılınmıştır. Her Müslüman kıldığı namazında Ehli Beyte, Âl-i Muhammed’e Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimize dua etmektedir. Peygamber efendimizden sonra, bu en yüce şeref ve makama Âl-i Muhammed’den başkaları sahip değildir. Bu sebeptendir ki Şafii mezhebinin imamı Muhammed bin İdris el-Şafii, Ehli Beyte, Âl-i Muhammed’e bu yüce şerefi ve makamı tanımıştır. Kendisinin ve birçok sayıdaki âlimlerin bu konudaki görüşü şöyledir:
“Âl-i Muhammed’e salavat getirmeden kılınan namaz, tamamlanmamış, eksik olur.” (2*)
Şanı yüce Allah’a yönelen her Müslüman, Âl-i Muhammed’i anmaktadır. Namazda andıkları, onlara duada bulundukları Âl-i Muhammed’in kim olduğunu, Müslümanların çoğunluğu acaba biliyor mu?
Ne yazık ki, Müslümanların çoğunluğu Âl-i Muhammed’i bilmemektedir. Bununla beraber, Âl-i Muhammed’i bilenleri ve sevenleri de kabul etmemektedir. Bu tutarsızlığın ve inkârın sebebi nedir?
Şanı yüce Allah ve Melekleri tarafından en yüce dua ile anılan ve bütün Müslümanların ibadetlerinde en yüce şekilde yer alan Âl-i Muhammed, neden hak ettiği gibi bilinmiyor?
Âl-i Muhammed’i bilmek, sevmek ve hakkını vermek her Müslümana farzdır. Nitekim şanı yüce Allah ve Melekleri bu hakkı onlara vermiştir. Peygamber efendimiz Hz. Muhammed de (s.a.a.s.) Allah’ın emriyle bu hakkı ebedi olarak dinin direği olan ibadete tescil etmiştir.
Allah’ın en yüce, en kutsal ve en hayırlı duası Âl-i Muhammed’e, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimizin üzerine olsun.
Kaynaklar
Alevi kaynaklar bu konuda ittifak içindedir.
Sünni kaynaklar:
(1*)
- 1. Muhammed bin İdris el-Şafii (Şafii mezhebinin imamı), vefatı 204 hicri, “Musned” kitabında, s: 42; “Kitâb el-Umm” kitabında, c: 1, s: 140
- 2. Abdurrezzak el-San’âni, vefatı 211 hicri, “El-Musannaf” kitabında, c: 2, s: 212
- 3. Ebu Bekr Abdullah bin Zubeyr el-Humeydi, vefatı 219 hicri, “Musned” kitabında, c: 2, s: 311
- 4. Ali bin Cu’d bin ‘Ubeyd, vefatı 230 hicri, “Musned” kitabında, s: 41
- 5. Osman bin Muhammed bin Ebi Şeybe el-Kufi, vefatı 235 hicri, “Musned” kitabında, c: 2, s: 390-391
- 6. Ahmed bin Hanbel (Hanbeli mezhebinin imamı), vefatı 241 hicri, “Musned” kitabında, c: 4, s: 243
- 7. Abd bin Humeyd bin Nasr, vefatı 249 hicri, “Muntehebu Musned Abd bin Humeyd” kitabında, s: 144
- 8. Abdullah bin Bahrâm el-Dâremi, vefatı 255 hicri, “Sunen” kitabında, c: 1, s: 309-308
- 9. Muhammed bin İsmail el-Buhari, vefatı 256 hicri, “Sahih-i Buhari” kitabında, c: 6, s: 27
- 10. Muslim bin Hacac bin Muslim, vefatı 261 hicri, “Sahih-i Muslim” kitabında, c: 2, s: 16-17
- 11. Ebu İbrahim İsmail bin Yahya el-Mezniy, vefatı 264 hicri, “Muhtasar el-Mezniy” kitabında, s: 15
- 12. Muhammed bin Yezid el-Kazvini İbin Mâce, vefatı 273 hicri, “Sunen” kitabında, c: 1, s: 293-294
- 13. Ebu Davud Suleyman bin Aş’as el-Sicistani, vefatı 275 hicri, “Sunen” kitabında, c: 1, s: 221-222
- 14. Ebu İsa Muhammed bin İsa el-Tırmizi, vefatı 279 hicri, “Sunen” kitabında, c: 1, s: 301-302
- 15. Ebu Abdurrahman Ahmed bin Ali el-Nesai, vefatı 303 hicri, “Sunen” kitabında, c: 3, s: 45-46
- 16. Ahmed bin Ali el-Musuli Ebu Ya’la, vefatı 307 hicri, “Musned” kitabında, c: 9, s: 175
- 17. Muhammed bin Cerir el-Tabari, vefatı 310 hicri, “Cami’ul-Beyân” kitabında, c: 22, s: 53-54
- 18. Ebu Muhammed Abdurrahman bin Ebi Hatim el-Razi, vefatı 327 hicri, “Tefsir” kitabında, c: 10, s: 3151
- 19. Ebu Cafar el-Nahhas, vefatı 338 hicri, “Me’ani el-Kurân el-Kerim”, c: 5, s: 374-375
- 20. Ebu Hatim Muhammed bin Hibbân el-Busti, vefatı 354 hicri, “Sahih” kitabında, c: 3, s: 193
- 21. Hafız Ebil-Kasem Suleyman bin Ahmed el-Tabarani, vefatı 360 hicri, “El-Mu’cem el-Kebir” kitabında, c: 17, s: 251-252
- 22. Ebul-Hasan Ali bin ‘Umar el-Dârekutni, vefatı 385 hicri, “Sunen” kitabında, c: 1, s: 347
- 23. Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah el-Hâkim el-Nisaburi, vefatı 405 hicri, “El-Mustedrek” kitabında, c: 1, s: 269
- 24. Ebu Bekr Ahmed bin Huseyn el-Beyhaki, vefatı 458 hicri, “Sunen” kitabında, c: 2, s: 146
- 25. Muhibbuddin Ahmed bin Abdullah el-Tabari, vefatı 694 hicri, “Zahair’ul-‘Ukba” kitabında, s: 19
Daha çok sayıda muteber kaynak bu hadisi aktarmıştır.
(2*)
Kaynaklar
Alevi kaynaklar bu konuda ittifak içindedir.
Sünni kaynaklar:
- Muhammed bin İdris el-Şafii (Şafii mezhebinin imamı), vefatı 204 hicri, “Kitâb el-Umm” kitabında, c: 1, s: 140
- Ebul-Hasan Ali bin ‘Umar el-Dârekutni, vefatı 385 hicri, “Sunen” kitabında, c: 1, s: 348
- Ebu Bekr Ahmed bin Huseyn el-Beyhaki, vefatı 458 hicri, “Sunen el-Kubra” kitabında, c: 2, s: 379
- Abdullah bin Kuddâme, vefatı 620 hicri, “El-Muğni” kitabında, c: 1, s: 579-581
- Ebil-Kâsem Abdulkerim bin Muhammed el-Rafi’iy, vefatı 623 hicri, “Feth’ul-‘Aziyz” kitabında, c: 3, s: 503-505, 514-516
- Ebi Zakariyya Muhyiddin bin Şeref el-Nuvavi, vefatı 676 hicri, “El-Mecmu” kitabında, c: 3, s: 464-465
- Muhibbuddin Ahmed bin Abdullah el-Tabari, vefatı 694 hicri, “Zahair’ul-‘Ukba” kitabında, s: 19
- Şemsuddin Muhammed bin Ahmed bin ‘Usman el-Zehebi, vefatı 748 hicri, “Tankiyh el-Tahkiyk” kitabında, c: 1, s: 174
- Cemaluddin Muhammed bin Yusuf bin Hasan bin Muhammed el-Zarandi el-Hanefi, vefatı 750 hicri, “Nazmu durer el-Samtayn” kitabında, s: 18
- Şemsuddin Muhammed bin Yusuf el-Zarandi el-Şafii, vefatı 750 hicri, “Me’âric el-Vusul” kitabında, s: 25
- Cemaluddin el-Ziyla’i, vefatı 762 hicri, “Nasbu el-Re-yât” kitabında, c: 1, s: 556
- Şihabuddin Ahmed bin Muhammed bin Ali el-Heytemi, vefatı 926 hicri, “Sava’ik-ul Muhrika” kitabında, s: 88
- Muhammed bin Yusuf el-Salihi el-Şami, vefatı 942 hicri, Subul el-Huda vel-Reşad” kitabında, c: 11, s: 10-11
- Suleyman bin İbrahim el-Kunduzi el-Hanefi, vefatı 1294 hicri, “Yenabi’ul-Mevedde” kitabında, c: 2, s: 116