Neden ilim kapısı?

İslam dini ve bu dini bize öğreten peygamberimiz Hz. Muhammed (Allah’ın duası ve selamı ona ve tertemiz Ehli Beytine olsun), insanlar için ilim ve öğrenim merciidir.

Buradan paylaşmak istediğim ilim, evrenle ilgili konuları ele alan ve deneylere dayanan bilim değildir. Bununla beraber, paylaşmak istediğim ilim, bilime doğru gidile bilinmesi için vazgeçilmez ve çok önem taşıyan bir olgudur. Nitekim insanın belirli olgulara sahip olması, olumlu bilime yönelebilmesinde önemli bir etkendir.  Evrende her şey insanla başlar ve insanla biter. İnsanın bilmesi ve öğrenmesi önemlidir. İnsanın bildiği ve öğrendiği de insan için olumlu olmalıdır.

İslam dininin temel bilgileri Kuran’ı Kerim’de mevcuttur. İlmin değerini ve özelliğini Kuran’ı Kerim’den örnekler sunarak beyan etmek istiyorum. Kuran’da ilmin önemini ve değerini açıklayan çok sayıda ayetler mevcuttur. En önemli örneklerden bir kısmı ile yetinmek istiyorum.

Şanı yüce Allah, peygamber efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.a.s.) hitaben şöyle buyurdu:

“…Sana vahiy edilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme. “Rabbim! İlmimi arttır” de. (Ta-Ha suresi: 114)

Şanı yüce Allah, ilmin ne kadar önemli olduğunu, peygamberine hitap ederek bize yol göstermiştir. Şanı yüce Allah’ın, elçisi Hz. Muhammed’i (s.a.a.s.) daha da ilim istemeğe davet etmesi, insanlara örnek olarak sunulmuştur. İnsanoğlu her zaman öğrenmeli ve bilgisini artırmalıdır. Yetinmemeli ve duraklamaya geçmemelidir.

Şanı yüce Allah, bilenlerle bilmeyenler arasındaki farkı şöyle ifade buyurmuş:

“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zumer suresi: 9)

Bilmenin ve akıl (düşünce) sahibi olmanın önemi vurgulanmıştır. İnsan bilmeli ve akıl (düşünce) yolunu tutmalıdır. Bilgi ve akıllılık ön plandadır. Şanı yüce Allah, birçok ayette insanları düşünmeye davet etmiştir. İnsanların bu daveti iyi anlayabilmesi için, gereken açıklamaları örneklerle sunmuştur.

Şanı yüce Allah, insanlara doğru yolu göstermek için gönderdiği elçilerini (peygamberleri) öğretmiş, ilim ve hikmetle donatmıştır. Bunun örneklerini sunuyorum:

“Allah Âdem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi. Melekler: Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz âlim ve hakîm olan ancak sensin, dediler.” (Bakara suresi: 31-32)

“Biz, Lût’a da bir hikmet ve bir ilim verdik…” (enbiya suresi: 74)

Peygamber Hz. Yusuf’tan bahseden ayet: «Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. » (Yusuf suresi: 101)

“Mûsâ, olgunluk çağına ulaşıp gelişimini tamamlayınca, biz ona ilim ve hikmet verdik.” (Kasas suresi: 14)

Hazreti Musa aleyhi selam ve Hz. Hızır aleyhi selamdan bahseden ayetler: “Derken kullarımızdan bir kul (Hz. Hızır’ı) buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. Mûsâ ona, “Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi. (Kehf suresi: 65-66)

“Allah, ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti.” (Bakara suresi: 251)

“Ant olsun ki biz, Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik.” (Neml suresi: 15)

“Allah o zaman şöyle diyecek: «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene (verdiğim) nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh (Cebrail) ile desteklemiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı (okuyup yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretmiştim.” (Maide suresi: 110)

“(Ey Muhammed!) Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.” (Nisa suresi: 113)

Bütün saymış olduğum örneklerde ve buraya aktarmadığım birçok ayette, şanı yüce Allah’ın elçilerini ve meleklerini öğrettiği, bilgi ve hikmet sahibi kıldığı beyan edilmiştir.

Doğru yola davet eden peygamberlerin bilgi sahibi olması çok önemli ve vazgeçilmezdir. Peygamberlerin ancak bu bilginin aracılığıyla insanları doğru yola davet ettiklerini beyan eden çok sayıda ayet vardır.

İnananlar ve kabul edenler (müminler) olarak bu bilginin ve öğretinin kaynağını ve akışını bilmeliyiz. Kuran’ı Kerim’deki ayetlerin verdiği bilgilere göre bu bilgi (ilim) ve öğreti, şanı yüce Allah tarafından peygamberlere ve meleklere verilmiştir. Peygamberler de bu bilgileri (ilmi) insanlara öğretmiştir.

Şanı yüce Allah, bilgin (âlim) olan insanların tarifini çok güzel ve mükemmel bir şekilde ifade buyurmuştur:

“İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Fatır suresi: 28)

Şanı yüce Allah’a ve onun yaratmış olduğu varlığa ancak gerçek âlimler (bilginler) saygı duyabilir. Gerçek âlimler bilge olanlardır. Şanı yüce Allah bu bilge olan insanların durumunu şöyle ifade buyurdu:

“Allah, kesin olarak bildirdi ki kendisinden başka yoktur tapacak. Meleklerle bilgi (ilim) sahipleri de tam bir doğrulukla bunu bildiler, bildirdiler. O üstün Tanrıdan, o hüküm ve hikmet sahibinden başka yoktur tapacak.“ (Al-i İmran suresi: 18)

Gerçek bilginlerin durumu bu ayetle açıklanmıştır. Şanı yüce Allah’a ancak gerçek âlimler, bilge olan insanlar hakkıyla tapabilir ve bunun yerine getirilmesini sağlayabilirler. Sırf bilgi sahibi olmak yeterli değildir. Bilgiyi tam bir doğrulukla bilmek önemlidir.

Hz. Muhammed’in (s.a.a.s.) etrafında yetişenlerin arasında, tam bir doğruluk ile bilgi (ilim) sahibi olanlar kimlerdir? 

Peygamber efendimizin etrafında yaşayan bütün inanan, kabullenen (mümin) Müslümanların bilgi sahibi olmadığını şu ayet vermektedir:

“Ey iman edenler! Size, “Meclislerde yer açın” denildiği zaman açın ki, Allah da size genişlik versin. Size, “Kalkın”, denildiği zaman da kalkın ki, Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Mucadele suresi: 11)

Şanı yüce Allah, peygamber efendimizin etrafında yaşayan inananların (müminlerin) arasında kendilerine ilim verilenlerin olduğunu şöyle açıklamış:

“Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çıktıkları zaman (alay ederek), kendilerine ilim verilmiş olanlara, “Az önce ne söyledi?” derler. İşte bunlar, Allah’ın, kalplerini mühürlediği ve nefislerinin arzularına uyan kimselerdir.” (Muhammed suresi: 16)

Peygamber efendimizi dinledikleri halde onu anlamayan veya anlamak istemeyen Müslümanların varlığında söz edilmektedir.

“Allah, kesin olarak bildirdi ki kendisinden başka yoktur tapacak. Meleklerle bilgi (ilim) sahipleri de tam bir doğrulukla bunu bildiler, bildirdiler. O üstün Tanrıdan, o hüküm ve hikmet sahibinden başka yoktur tapacak.“ (Al-i İmran suresi: 18)

Yukarıdaki her üç ayette, bilgi (ilim) sahiplerinin özelliğine işaret edilmiştir.

 

Peygamber efendimizin etrafında yaşayanların arasında ilimde derinleşmiş olanlar da vardır. Şanı yüce Allah bu husus hakkında şöyle buyurdu:

“Kitap’ı sana indiren o’dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir (hüküm içeren ve geçerliliğini kaybetmeyen ayetler) ki; onlar Kitap’ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir (benzeşenlerdir). Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap’ın sadece müteşâbih (benzeşen) kısmının ardına düşerler. Onun (benzeşen ayetlerin) tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, „Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır.“ derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.” (Al-i İmran suresi: 7)

İlimde derinleşmiş olanlar, akıl ve gönülleriyle hakkıyla düşünenlerdir.

 

Buraya kadar aktarmış olduğum bilgileri toparlamak istiyorum. Şanı yüce Allah, bilgi edinilmesini istemiş ve bilgi sahiplerini yücelterek övmüştür. Şanı yüce Allah, dinini insanlara öğretecek peygamberlerin hepsine ilim ve hikmet vermiştir. Peygamberler de bu ilmi insanlara aktarmışlardır. Peygamberlerin etrafında yaşayan inananların arasında ilim sahibi olanlar yetişmiştir. Bunların arasında ilimde derinleşmiş olanlar da olmuştur. Hz. Muhammed’in (s.a.a.s) etrafında yetişenlerin arasında, ilimde öne çıkanların kimliği hakkında çeşitli haberler mevcuttur. Bunlardan birini peygamber efendimiz şahit olarak göstermiş ve kitap (Kuran) ilmine sahip olduğunu beyan etmiştir. Şanı yüce Allah bu hususla ilgili buyurdu ki:

“Kâfir olanlar (inkâr edenler): Sen elçi olarak gönderilmiş bir kimse değilsin, derler. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitap’ın bilgisi (ilmi) olan yeter.” (Ra’d suresi: 43)

Bu ayette anılan şahit, peygamber efendimizin etrafında yaşayanlardan birisidir. Bu şahidin Yahudi veya Hristiyanlardan olduğunu iddia etmek, ayetin verdiği manaya terstir. Nitekim Hz. Muhammed’in (s.a.a.s.) peygamberliğini inkâr edenler Yahudi ve Hristiyanlardır. Onların arasında Hz. Muhammed’in peygamberliğini tasdik edecek canlı bir şahit olsaydı, peygamber efendimizin elçiliğini inkâr etmeleri zor olurdu. Peygamber efendimizin yaşam tarihinde, Yahudi ve Hristiyanların arasından çıkıp, Hz. Muhammed’in (s.a.a.s.) elçiliğini savunan ve kitap ilmine sahip olan bir şahidi tarih kitapları kaydetmemiştir.

Peygamber efendimizin şahit olarak andığı kişi kimdir? 

Bu soruya doğru cevap verebilmek için, peygamber efendimizin hadislerine başvurmamız gerekmektedir. Peygamber efendimiz şöyle buyurdu:

“Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır. İlim isteyen kapısına gelsin!” (1*)

Şanı yüce Allah’ın peygamber efendimize öğretmiş olduğu ilmi öğrenmek isteyenler, muhakkak imamı Ali efendimizin kapısına gelmelidir. Nitekim eve kapıdan girilir. Eve pencereden giren veya damdan inen, evin sahibini incitir, doğru yoldan çıkmış olur. İlim kapısına gelmeyenler, ilimlerini yanlış yerden alırlar. Yanlış olan ilimler doğru yoldan uzaklaştırır. İlimden uzaklaşanlar da karanlığa saplanır.

Peygamber efendimizin vefatından sonra, İslam tarihi boyunca içine düştüğümüz olumsuzlukların sebebi, ilim kapısından uzaklaşılması değil midir?

Ümmetin içine düştüğü karanlığın sebebi, aydınlıktan uzaklaşıldığı gerçeğidir.

Aksi takdirde aydınlığın olduğu yerde karanlık olur mu?

İslam dininin ve peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.a.s.) ilmi, imamı Ali efendimizdedir. İmamı Ali efendimiz ne güzel buyurdu:

“Allah’ın elçisi Muhammed, Allah’ın duası ona ve tertemiz Ehli Beytine olsun, bana bin ilim kapısı öğretti ve her kapı bin kapı daha açar!” (2*)  

 

Sevgili okurlar,

İşte bu gerçeğe dayanarak yazılarımı “İlim kapısı” başlığı altında size sunmak istiyorum. İlim kapısının bize açtığı o yüce ilim şehrine beraberce girelim. İlim şehrinin öğretisini yerinden alalım. Şanı yüce Allah, bu yolda yardımcımız olsun, Hakkı ve hakikati ilim kapısından sunmaya muvaffak etsin.

 

 

(1*)

Alevi kaynaklar bu konuda hemfikirdir.

Sünni kaynaklar:

  1. Ebu İsa Muhammed bin İsa el-Tırmizi, vefatı 279      hicri, “Sunen” kitabında, c: 5, s: 301 (ilim kelimesi yerine “hikmet”      kelimesi geçiyor)
  2. Muhammed bin Cerir el-Tabari, vefatı 310 hicri,      “Tehziyb el-Âsâr” kitabında, c: 1, s: 104, hadis nu: 8
  3. Ebu Bekr Muhammed bin İbrahim el-Nisâburi İbin      Munzer, vefatı 319 hicri, “El-Evsat fil-Suneni vel-İcmâ’i vel İhtilâf”      kitabında
  4. Hafız Ebil-Kasem Suleyman bin Ahmed el-Tabarani,      vefatı 360 hicri, “El-Mu’cem el-Kebir” kitabında, c: 11, s: 65, hadis nu:      11061
  5. Hafız Ebi Abdullah Muhammed bin Abdullah el-Hâkim      el-Nisaburi, vefatı 405 hicri, “El-Mustedrek” kitabında, c: 3, s: 136-137,      hadis nu: 4686-4687-4688
  6. Hafız Ebi Bekr Ahmed bin Musa bin Merduveyh      el-İsfahani, vefatı 410 hicri, “Menakib Ali bin Ebi Talib” kitabında, s:      85-86
  7. Ebu Nu’aym Ahmed bin Abdullah el-İsfahani, vefatı      430 hicri, “Ma’rifat el-Sahâbe” kitabında; “Hilyet’ul-Evliyâ” kitabında,      c: 1, s: 100
  8. Ebu ‘Umar Yusuf bin Abdullah bin ‘Abdelbir, vefatı      463 hicri, “El-İstiy’âb” kitabında, c: 3, s: 196
  9. Ahmed bin Ali bin Sabit Ebu Bekr el-Hatib      el-Bağdadi, vefatı 463 hicri, “Tarih Bağdad” kitabında, c: 3, s: 181; c:      5, s: 110; c: 11, s: 49-51
  10. Ebul-Hasan Ali bin Muhammed el-Culabiyyu bin      Mağazili el-Şafii, vefatı 483 hicri, “El-Menakib Ali bin Ebi Talib”      kitabında, s: 81
  11. Ubeydullah bin Abdullah bin Ahmed Ebul-Kasem Hâkim      el-Nisaburi el-Hisikani, vefatı 495 hicri, “Şevahid’ul-Tenzil” kitabında,      c: 1, s: 104
  12. Ebal-Kasem Huseyn bin Muhammed el-Râğib el-İsfahani,      vefatı 502 hicri,  “Mufredât ğariyb      el-Kuran” kitabında, s: 64
  13. Ebu Şuca’ Şiyruveyh bin Şehridâr el-Hamadani      el-Deylemi, vefatı 509 hicri, “Firdevs’ul-Ahbâr” kitabında, c: 1, s: 76,      109
  14. Ebul-Kasem Carullah Mahmud bin ‘Umar el-Zamahşeri,      vefatı 538 hicri, “El-Fâyik fi ğariyb el-Hadis” kitabında, c: 2, s: 16
  15. Ebi Said Abdulkerim bin Muhammed el-Temimi      el-Sam’âni, vefatı 562 hicri, “El-Ensâb” kitabında, c: 3, s: 475 (kısmen      aktarmış)
  16. El-Muvaffak bin Ahmed Ebul-Mueyyed el-Havarezmi,      vefatı 568 hicri, “Menâkib” kitabında, s: 83
  17. Hafız İbin ‘Asakir Ebi Kasem Ali bin Hasan bin      Hibetullah bin Abdullah el-Şafii, vefatı 571 hicri, “Tarih medinet Dimaşk”      kitabında, c: 42, s: 378-379-380
  18. Ebul-Hasan Ali bin Muhammed İbin Esir, vefatı 630      hicri, “Usud’ul-Ğâbe” kitabında, c: 3, s: 282
  19. Muhyiddin İbn’ul-‘Arabi, vefatı 638 hicri, “Tefsir”      kitabında, c: 1, s: 422
  20. Muhammed bin Talha el-Şafii, vefatı 652 hicri,      “Matâlib el-Suûl” kitabında, s: 75, 129
  21. Ebu Muzaffar Yusuf bin Abdullah Sıbt bin Cuvzi,      vefatı 654 hicri, “Tezkiret’ul-Havvâs” kitabında, s: 47-48
  22. İzuddin Abdulhamid bin Hibetullah bin Ebil-Hadid      el-Mu’tezili, vefatı 655 hicri, “Şerh Nehcul-Belağa” kitabında, c: 7, s:      219; c: 9, s: 165
  23. Muhibbuddin Ahmed bin Abdullah el-Tabari, vefatı 694      hicri, “Zahair’ul-‘Ukba” kitabında, s: 77
  24. Muhammed bin Ebi Bekr el-Ansari el-Beriy, hicretin      7. Yüzyılında vefat etti, “El-Cevharatu fi nesebi el-imamu Ali ve Ehlihi”      kitabında, s: 71
  25. Ebu İshak İbrahim bin Sa’duddin el-Hamaviy el-Cuveyniy,      vefatı 722 hicri, “Feraid’ul-Sımtayn fi fadaili el-Murtada vel-Betul      ves-Sıbtayn” kitabında, c: 1, s: 98
  26. Cemaluddin Ebil-Haccâc Yusuf el-Meziy, vefatı 742      hicri, “Tehziyb’ul-Kemâl” kitabında, c: c: 11, s: 460; c: 13, s: 293
  27. Şemsuddin Muhammed bin Ahmed bin ‘Usman el-Zehebi,      vefatı 748 hicri, “Siyeru A’lâm el-Nubalâ” kitabında, c: 9, s: 606-607;      “Tezkiret’ul-Huffâz” kitabında, c: 4, s: 1231
  28. Cemaluddin Muhammed bin Yusuf bin Hasan bin Muhammed      el-Zarandi el-Hanefi, vefatı 750 hicri, “Nazmu durer el-Samtayn”      kitabında, s: 113
  29. Seyyid Ali Şihabuddin bin Şihab el-Hamadani, vefatı      786 hicri, “Meveddet’ul-Kurba” kitabında, s: 24
  30. Ali bin Ebi Bekr bin Suleyman el-Heysemi, vefatı 807      hicri, “Mecma’uz-Zevaid” kitabında, c: 9, s: 114
  31. El-Safdiy, vefatı 764 hicri, “El-Vâfi bil-Vâfiyât”      kitabında, c: 21, s: 179
  32. Şihabuddin Ahmed bin Ali bin Muhammed İbin Hacer      el-‘Askalani, vefatı 852 hicri, “Tehziyb el-Tehziyb” kitabında, c: 3, s:      492; c: 4, s: 277
  33. Ali bin Muhammed bin Ahmed el-Maliki el-Mekki İbin      Sabbâğ, vefatı 855 hicri, “Fusul el-Muhimme” kitabında, c: 1, s: 203
  34. Ebu Muhammed Bedruddin Mahmud bin Ahmed El-‘Ayni,      vefatı 855 hicri, “’Umdet’ul-Kâri” kitabında, c: 16, s: 214, hadis nu:      2072
  35. Şemsuddin Ebil-Berakat Muhammed bin Ahmed el-Dimaşki      el-Ba’uni l-Şafii, vefatı 871 hicri, “Cevahir el-Matalib fi el-menakibi      Ali bin Ebi Talib” kitabında, c: 1, s: 76, 194
  36. Muhammed bin Abdurrahman bin Muhammed Şemsuddin      el-Sahâviy, vefatı 902 hicri, “Makâsid el-Hasane” kitabında, c: 1, s: 31,      hadis nu: 189; s: 562, kitap el-buyu’ kısmında.
  37. Celaluddin Abdurrahman bin Kemaluddin el-Mısri      el-Suyuti, vefatı 911 hicri, “Câmi’ul-Sağiyr” kitabında, c: 1, s: 415;      “Cami el-Mesâniyd vel-Merâsiyl“ kitabında, c: 2, s: 193, hadis nu:      4783; c: 3, s: 282, hadis nu: 8649; c: 16, s: 258, hadis nu: 7880;      “El-Durer’ul-Muntesire” kitabında, c: 1, s: 115, hadis nu: 133
  38. Şihabuddin Ahmed bin Muhammed bin Ali el-Heytemi,      vefatı 926 hicri, “Sav’ik el-Muhrika” kitabında, s: 189
  39. Muhammed bin Yusuf el-Salihi el-Şami, vefatı 942      hicri, “Subul el-Huda vel-Reşâd” kitabında, c: 1, s: 509; c: 11, s: 292
  40. Muttaki Ali bin Husameddin el-Kureyşi el-Hindi,      vefatı hicri 977, “Kenz’ul-‘Ummâl” kitabında, c: 1, s: 2340, hadis nu:      32890; s: 2344, hadis nu: 32978; s: 2632, hadis nu: 36463
  41. Ali el-Kâri el-Heraviy el-Hanafi, vefatı 1014 hicri,      “Merkât el-Mefâtiyh”  kitabında, c:      4, s: 131, hadis nu: 1650; s: 642, hadis nu: 2138
  42. Zeynuddin Abdurrauf bin Tacul-Arifin el-Munavi,      vefatı 1031 hicri, “Faydul-Kadir” kitabında, c: 1, s: 36; c: 3, s: 47,      hadis nu: 2705
  43. İsmail bin Muhammed el-‘Acluniy, vefatı 1162 hicri,      “Keşf’ul-Hafa” kitabında, 1, s: 203
  44. Suleyman bin İbrahim el-Kunduzi el-Hanefi, vefatı      1294 hicri, “Yenabi’ul-Mevedde” kitabında, c: 1, s: 219-220

 

 

(2*)

Alevi kaynaklar bu konuda hemfikirdir.

Sünni kaynaklar:

  1. Ebu Abdurrahman Ahmed bin Ali el-Neseî, vefatı 303      hicri, “Sunen el-Kubra” kitabında, c: 4, s: 261; c: 5, s: 154 (hadisi      kısmen aktarmış)
  2. Ahmed bin Ali el-Musuli Ebu Ya’la, vefatı 307 hicri,      “Musned” kitabında, c: 12, s: 404 (hadisi kısmen aktarmış)
  3. Ebu Hatim Muhammed bin Hibbân el-Busti, vefatı 354      hicri, “Kitâb el-Mecruhiyn” kitabında, c: 2, s: 14
  4. Hafız Ebil-Kasem Suleyman bin Ahmed el-Tabarani,      vefatı 360 hicri, “El-Mu’cem el-Kebir” kitabında, c: 23, s: 375 (hadisi      kısmen aktarmış)
  5. Abdullah bin ‘Adey, vefatı 365 hicri, “El-Kâmil”      kitabında, c: 2, s: 450
  6. Hafız İbin ‘Asakir Ebi Kasem Ali bin Hasan bin      Hibetullah bin Abdullah el-Şafii, vefatı 571 hicri, “Tarih medinet Dimaşk”      kitabında, c: 42, s: 385
  7. Ebu Abdullah Muhammed bin ‘Umar Fahruddin el-Razi,      vefatı 606 hicri, “Tefsir” kitabında, c: 8, s: 23
  8. Muhammed bin Talha el-Şafii, vefatı 652 hicri,      “Matâlib el-Suûl” kitabında, s: 160
  9. Ebu İshak İbrahim bin Sa’duddin el-Hamaviy      el-Cuveyniy, vefatı 722 hicri, “Feraid’ul-Sımtayn fi fadaili el-Murtada      vel-Betul ves-Sıbtayn” kitabında, c: 1, s: 101
  10. Cemaluddin Muhammed bin Yusuf bin Hasan bin Muhammed      el-Zarandi el-Hanefi, vefatı 750 hicri, “Nazmu durer el-Samtayn”      kitabında, s: 113
  11. Şihabuddin Ahmed bin Ali bin Muhammed İbin Hacer      el-‘Askalani, vefatı 852 hicri, “Fethul-Bâri” kitabında, c: 5, s: 270
  12. Muttaki Ali bin Husameddin el-Kureyşi el-Hindi,      vefatı hicri 977, “Kenz’ul-‘Ummâl” kitabında, c: 13, s: 114-115