Ehli Beyt kurtuluş yeridir

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed, Allah’ın duası ve selamı ona ve tertemiz Ehli Beytine olsun, buyurdu ki:

“İnsanların denizde kaybolup boğulmaması için, yıldızlar onlara yönlerini belirten bir korumadır, kurtuluştur. Ümmetimin ihtilafa düşmemesi için de Ehli Beytim onlara korunma, kurtuluş yeridir. Araplardan bir kabile Ehli Beytime karşı muhalif olursa, bütün kabileler ihtilafa düşüp, şeytanın yandaşı (hizbi) olurlar!” (1*)

Peygamber efendimiz, deniz yolculuğunda yıldızların kılavuz olarak kullanılmasının, deniz yolculuğu yapanlar için hayati bir önem taşıdığını biliyordu. Onu dinleyen halk ta bunun önemini biliyordu. Böylece halkın, önemini rahat anlayabileceği bir örnekle, ümmetinin selameti için Ehli Beytinin vazgeçilmez bir değer olduğuna işaret buyurmuştur.

Hadisi şerifin verdiği anlam çok önemli ve ağırdır. Ehli Beyt efendilerimize karşı muhalif olmak, hak ve doğru yoldan ayrılmaktır, şeytana uymaktır.

Ehli Beyt efendilerimize karşı nasıl muhalif olunur?

Ehli Beytin önemi ve değeri, İslam dinine ait bir özelliğe sahiptir. Ehli Beyte muhalif olanlar, onlara dini konularda itaatsiz olanlardır. İslam dinini Ehli Beytten almayanlar, onlardan öğrenmeyenler, Ehli Beyte muhalif olurlar. Bu alanda peygamber efendimizin şahsi duygularının yeri yoktur ve olamaz. Bu hadisi şeriften, Peygamber efendimizin akrabası oldukları için Ehli Beyte saygıda bulunma gerekliliği anlamını çıkarmak yanlıştır. Peygamber efendimiz bütün Kureyş aileleriyle akrabalık bağına sahiptir. Peygamber efendimizin akrabalığını sadece Ehli Beyt ile sınırlandırmak yanlış olur.

Peygamber efendimizin akrabaları olan Ehli Beyte karşı elbette saygılı olacak ve onları seveceğiz. Ama bu saygı ve sevgiyi, bütün inanlara karşı yapılması gerektiğini şanı yüce Allah Kuran’ı Kerim’de beyan buyurmuştur. Bu karşılıklı saygı ve sevgide bütün inananlar eşittir. Hiç birinin öbürüne karşı bir özelliği güdülmez, yapılmaz. Peygamber efendimizin ümmetinden Ehli Beyti için istediği bu saygı ve sevgide, sadece akrabaları oldukları için Ehli Beytine bir özellik tanıması, bir peygamberin değerlerine ve görevine uygun olmaz. Peygamber efendimizin bunu bu anlamda yapmış olmasını kabul etmek, peygamber efendimizin eşitlik ve adalet değerleri açısından doğru olmaz. Böyle bir uyumsuzluğu, olumsuzluğu ve tutarsızlığı peygamber efendimizin yüce ahlakına yakışmaz ve bunu ona isnat etmek te müminlere yakışmaz. Peygamber efendimiz yüce edep ve ahlakıyla böyle bir noksanlıktan münezzehtir. 

Peygamber efendimiz Ehli Beytini herhangi bir özellikle öne çıkarmışsa, bunu ancak şanı yüce Allah’ın isteği ile yapmıştır. Allah’ın Ehli Beyte verdiği bir özelliği ve hikmeti, müminlerin itaat ederek kabullenmesi gerekir. Nitekim şanı yüce Allah, dilediğine hikmetini verir. Hikmetinden onlara verdiği kullarını, geri kalan kulları üzerine yüceltir ve önder kılar. Bunu, ümmetlerin selameti için öyle kılmıştır. Şanı yüce Allah, dinin selametini ve ümmetin doğru yolda kalabilmesini sağlamak için, Ehli Beyt efendilerimize bu hikmeti (özelliği) vermiştir. Çünkü Ehli Beytin yapısı ve özü, peygamber efendimizin yapısından ve özündendir. Şanı yüce Allah, Kuran’ı Kerim’de Ehli Beyti her türlü olumsuzluktan, hatadan ve günahtan tertemiz kılmış ve Ehli Beyt efendilerimizi bilgi ile donatmıştır. Ehli Beyt İslam dininin direği ve bilginleridir. Şanı yüce Allah’ın buyurduğu gibi:

“(Ey Muhammed) De ki, ‚Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?‘ Ancak düşünce sahibi olan akıllılar öğüt alır.” (Zumer suresi: 9)

Şanı yüce Allah, bilenlerle bilmeyenleri çok açık bir şekilde ayırmıştır. Bilenlerin kim oldukları hakkında, düşünce sahibi olan akıllı insanların şüpheye düşmemesi için, peygamber efendimiz gereken açıklamaları yapmıştır. Peygamber efendimiz, Ehli Beytinin bütün bilgilere sahip olduklarına dayanarak, ümmetinin onları önder olarak kabul etmesini ve onlara itaat etmelerini istemiştir. Ehli Beytini sadece akrabaları oldukları için ümmetinin başına dikmek istememiştir. Peygamber efendimiz ancak ona vahiy edilene, şanı yüce Allah tarafından beyan edilene uyar. Peygamber efendimiz kendisinden sonra ümmetinin ihtilaflara düşeceğini iyi bildiğinden, ümmetini doğru yolda tutacak Ehli Beytini ümmetine önder olarak beyan etmiştir. Aynı zamanda Ehli Beytine muhalif olanların şeytanın hizbinden, şeytana uyanlardan olacaklarını, tehdit olarak ifade buyurmuştur. Bu tehdit te, Ehli Beyte uyulmasının, onlara itaat edilmesinin din açısından vacip olduğunu vurgulamakta ve kanıtlamaktadır. Bu gibi ifadelerin yer aldığı beyanlarda, peygamber efendimizin Ehli Beytine karşı herhangi şahsi bir meyli ve isteği söz konusu değildir ve olamaz. 

Şanı yüce Allah hepimizi Ehli Beytin önderliği altında birleştirsin, beraber ve kardeş kılsın.

 

Kaynaklar

(1*)    

Alevi kaynaklar bu konuda ittifak içindedir.

Sünni kaynaklar:

  1. Ahmed bin Hanbel (Hanbeli mezhebinin imamı), vefatı      241 hicri, “El-Fadâil” kitabında, c: 2, s: 671 (değişik kelimelerle)
  2. Ebu Hatim Muhammed bin Hibbân el-Busti, vefatı 354      hicri, “El-Mecruhiyn” kitabında, c: 2, s: 236 (kısaltılmış olarak)
  3. Hafız Ebil-Kasem Suleyman bin Ahmed el-Tabarani,      vefatı 360 hicri, “El-Mu’cem el-Kebir” kitabında, c: 7, s: 22 (kısaltılmış      olarak)
  4. Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah el-Hâkim      el-Nisaburi, vefatı 405 hicri, “El-Mustedrek” kitabında, c: 3, s: 149
  5. Şereful-İslam bin Sa’iyd el-Muhassin bin Kerrâme,      vefatı 494 hicri, “Tenbiyh’ul-Ğâfiliyn” kitabında, s: 44-45 kısaltılmış      olarak.
  6. Hafız İbin ‘Asakir Ebi Kasem Ali bin Hasan bin      Hibetullah bin Abdullah el-Şafii, vefatı 571 hicri, “Tarih medinet Dimaşk”      kitabında, c: 40, s: 20 (kısaltılmış olarak)
  7. Muhibbuddin Ahmed bin Abdullah el-Tabari, vefatı 694      hicri, “Zahair’ul-‘Ukba” kitabında, s: 17
  8. Ebu İshak İbrahim bin Sa’duddin el-Hamaviy      el-Cuveyniy, vefatı 722 hicri, “Feraid’ul-Sımtayn fi fadaili el-Murtada      vel-Betul ves-Sıbtayn” kitabında, c: 2, s: 241, 252 (kısaltılmış olarak)
  9. Cemaluddin Muhammed bin Yusuf bin Hasan bin Muhammed      el-Zarandi el-Hanefi, vefatı 750 hicri, “Nazmu durer el-Samtayn”      kitabında, s: 234 (kısaltılmış olarak)
  10. Ali bin Ebi Bekr bin Suleyman el-Heysemi, vefatı 807      hicri, “Mecma’uz-Zevaid” kitabında, c: 9, s: 174 (kısaltılmış olarak)
  11. Celaluddin Abdurrahman bin Kemaluddin el-Mısri      el-Suyuti, vefatı 911 hicri, “Cami’ul-Sağiyr” kitabında, c: 2, s: 680      (kısaltılmış olarak); “İhyâ el-meyyit bi-fadâil Ehlil-Beyt” kitabında, s:      85
  12. Nuruddin Ali bin Abdullah bin Ahmed el-Semhudi,      vefatı 911 hicri, “Cevahir’ul-‘İkdeyn” kitabında, c: 2, s: 189      (kısaltılmış olarak)
  13. Şihabuddin Ahmed bin Muhammed bin Ali el-Heytemi,      vefatı 926 hicri, “Sav’ik el-Muhrika” kitabında, s: 140 (tam olarak), 185,      233 (kısaltılmış olarak)
  14. Muhammed bin Yusuf el-Salihi el-Şami, vefatı 942      hicri, “Subul el-Huda vel-Reşâd” kitabında, c: 11, s: 6-7
  15. Muttaki Ali bin Husameddin el-Kureyşi el-Hindi,      vefatı hicri 977, “Kenz’ul-‘Ummâl” kitabında, c: 12, s: 96 (kısaltılmış      olarak), s: 101-102
  16. Zeynuddin Abdurrauf bin Tacul-Arifin el-Munavi,      vefatı 1031 hicri, “Faydul-Kadir” kitabında, c: 6, s: 386 (kısaltılmış      olarak)
  17. Muhammed bin İsmail el-‘Acluniy, vefatı 1162 hicri,      “Keşf’ul-Hafa” kitabında, c: 2, s: 135, 327 (kısaltılmış olarak)
  18. Suleyman bin İbrahim el-Kunduzi el-Hanefi      el-Nakşibendi, vefatı 1294 hicri, “Yenabi’ul-Mevedde” kitabında, c: 1, s:      72 (kısaltılmış olarak); c: 2, s: 443