Peygamber efendimiz hazret-i Muhammed’in (Allah’ın duası ve selamı ona ve tertemiz Ehl-i Beyti’ne olsun) huzuruna Hıristiyan heyeti geldi. Bu heyet Hıristiyanların seçkin bilginlerinden ibaretti. Hazret-i İsa aleyhi selamın Allah’ın oğlu olduğu iddiasında bulunup, İslam dinini yalanlamaya çalıştılar. Bu durum üzerine şanı yüce Allah şu ayetleri indirdi:
“Şüphesiz, Allah katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona «ol» demesiyle o da hemen oluverdi. (Hz. İsa’nın hususunda) gerçek (doğru olan), Rabbinden gelendir (Hıristiyanların iddia ettikleri değildir). Bu hususla ilgili şüpheye düşenlerden olma. Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle ‚çekişip tartışmalara girişirlerse‘ de ki: «Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı duada bulunup, Allah’ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.» (Âl-i İmrân suresi: 59-61)
Hıristiyan heyeti bu teklifi kabul etti ve ertesi günü Medine’nin dışındaki bir yerde karşılıklı dua etmek üzere, Hz. Muhammed’in (s.a.a.s.) huzurundan ayrıldılar.
Ertesi günü vaat edilen yere Hıristiyan heyeti daha önce geldi. Hıristiyan heyetinin en bilgini arkadaşlarına şöyle dedi:
“Eğer Muhammed kalabalık ashabı ile karşılıklı dua etmeye gelirse, biliniz ki Muhammed peygamber değildir, yalancıdır. Şayet en yakınları ile gelirse, biliniz ki Muhammed doğruyu söyledi ve peygamberdir.”
Bunun üzerine peygamber efendimiz hazret-i Muhammed (s.a.a.s.) bir elinde imamı Hasan efendimizi, öbür elinde imamı Hüseyin efendimizi tuttuğu halde ve arkasından imamı Ali ve hazreti Fatima olduğu halde Hıristiyan heyetine doğru geldi. Hıristiyan heyetinin en bilgini, hazret-i Muhammed’i (s.a.a.s.) ve Ehli Beyti’nin geldiğini gördüğünde şöyle dedi:
“Ey Hıristiyan toplumu! Allah’a yemin olsun ki, öyle yüzlerin bize doğru geldiğini görüyorum ki, Allah’tan dağları yerinden oynatmasını isteseydiler, bu istekleri muhakkak yerine getirilirdi. Sakın onlarla karşılıklı dua etmeyin aksi takdirde yeryüzünde hiçbir Hıristiyan kalmaz, hepimiz yok olur gideriz!”
Peygamber efendimiz hazreti Muhammed (s.a.a.s.) vaat edilen yere vardığında, elbisesini Ehli Beyti’nin, imamı Ali, imamı Hasan, imamı Hüseyin’in ve hazret-i Fatima’nın üzerine sererek şöyle buyurdu:
“ Ey Allah’ım! Bunlar benim Ehli Beytim’dir.” (1*)
Peygamber efendimizin Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu en açık bir şekilde ortaya koyan bu olay, İslam tarihinin en yüce merhalelerinden biridir.
Peygamber efendimize (s.a.a.s.) inen bu ayetlerde önce “oğulları” ile başlanmış, daha sonra “kadınları” ile devam edilmiş ve bizzat kendi nefsi ile sona ermiştir. Ayetlerin beyanından bilinen bir gerçek şudur ki, ilk olarak anılanlar daha önceliklidir. Bu ayetteki “oğullar”, imamı Hasan ve imamı Hüseyni efendilerimizdir. Kendileri peygamber efendimiz hazret-i Muhammed’in oğulları yerindedir. Bu durumda hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyin efendilerimiz, peygamber efendimizin (s.a.a.s.) zürriyetidir. Peygamber efendimizin zürriyeti konusunda İlahi hikmet ve irade bu şekilde tecelli etmiştir. Tıpkı önceki peygamberlerin zürriyeti Kuran-ı Kerim’de anıldığı gibi, bu ayette de peygamber efendimizin zürriyeti de apaçık bir şekilde anılmıştır. Nübüvvet nurunun bu mübarek imamlardan devam edeceğinin en büyük kanıtı bu ayettir. Nitekim önceki peygamberlerin de nübüvvet nuru zürriyetlerinde devam etmişti.
Ayette geçen “kadınlarımızdan” maksat, hazret-i Muhammed’in (s.a.a.s.) kızı hazret-i Fatima’dır. Hâlbuki peygamber efendimizin evinde kadınları vardı. Buna rağmen, kadınları yerine kızını yanına almıştır. Nitekim peygamber efendimizin en sevdiği, en değer verdiği ve şanı yüce Allah’ın tertemiz kıldığı varlıklar bunlardır, Ehli Beyti’dir.
Bu ayet bizlere bir gerçeği daha açıklığa kavuşturmuştur. Peygamber efendimizin zevcelerinin (hanımlarının) Ehli Beyte dâhil olmadıkları, bir daha ve kesin bir şekilde bu olayda kanıtlanmıştır. Nitekim ayette “kadınlarımızı” hitabı olmasına rağmen, peygamber efendimiz hanımlarını beraberinde almıyor. Aynı zamanda beraberinde aldığı imamı Ali, imamı Hasan, imamı Hüseyin ve hazreti Fatima’yı bir daha Ehli Beyti olarak tanıtıyor.
Ayette “kendimiz” den maksat, peygamber efendimiz hazret-i Muhammed’in (s.a.a.s.) kendi nefsidir. Bu ayet çok önemli bir gerçeğe ışık tutmuştur. Hazret-i Muhammed’in (s.a.a.s.) kendi nefsi (zatı) ile hazret-i Ali efendimizi beraberinde götürmesi, hazret-i Ali’nin peygamber efendimizin nefsi makamında olduğunu kanıtlamaktadır.
İmam-ı Ali efendimiz, hazret-i Muhammed’in (s.a.a.s) nefsi makamındadır. Aralarındaki tek fark, hazret-i Muhammed’in (s.a.a.s.) peygamber olması ve hazret-i Ali’nin peygamber olmamasıdır.
Bu olay Ehli Beyt efendilerimizin yüce kadrini beyan etmiştir. Onların yüceliği ve temizliği bu olayda bir daha tecelli etmiştir. Yapılacak karşılıklı duada Ehli Beyt’in bulunması, onların yüce kadrini ve makamını göstermeye yeterlidir. Şanı yüce Allah, Ehli Beytin tertemiz ve saf kalplerinden gelen duayı asla geri çevirmez. Peygamber efendimiz ona en sevgili ve en değerli olan Ehli Beytiyle karşılıklı yemin etmeye gelmesi, onun samimiyetini ve doğruluğunu kanıtlamıştır. Hıristiyanlar bunu fark ettikleri için karşılıklı dua etmekten kaçındılar. Ne acayiptir ki, Medine’ye bir gün gelen Hıristiyanların fark ettiği Ehli Beyt efendilerimizin yüceliğini, Ehli Beyt efendilerimiz ile yıllarca beraber yaşayan Müslümanların çoğunluğu fark etmedi ve halen fark etmemektedir! Allah ıslah etsin.
Bu olay hicretin 10. Yılında gerçekleşti. Peygamber efendimizin vefatından kısa bir müddet önce gerçekleşen bu karşılıklı yemin etme olayına, Medine halkı şahit olmuştur. Buna rağmen Medine halkının çoğunluğu, peygamber efendimizin vefatından sonra Ehli Beyte karşı düzenlenen oyunlara aldanarak düştüler. Ashabın çoğunluğu, dünya menfaati uğruna ahiretini sattılar.