• Alevi toplu tapınması Cem’in kökeni olan Kırklar Meclisi ve bağlı olarak Müsahipliğin Tarihsel Gerçekliği

    Hazırlayan: Dr. İsmail Kaygusuz

    Bilindiği gibi Görgü Ceminin  bir diğer adı da Kırklar Cemi’dir.   Alevi inanç geleneği, Görgü Cemi’nin kökenini Muhammed Peygamberin Miraç’tan döndüğünde Kırklar Cemi’ne alınışına bağlamaktadır.

    Sünni ve Şii geleneğinde Mirac olgusunun, biçimi ve sayısı üzerinde çok sayıda rivayet vardır. Biri Mekke, diğeri Medine’de olmak üzere en az iki kez Muhammed’in Miraca çıktığından tutunuz da, Peygamberin, “ikisi Mekke’de, 118’i Medine’de” olmak üzere tam 120 kez Mirac yaşadığına dair bir hadisten bile sözedilmektedir.

    Kuran‘ın XVII. ve LIII. surelerinin sadece iki ayetinde geçen Miraç olayının Alevi-Bektaşiler tarafından anlatılışı da  yapılan yorumu da Sünni ve Şiilerinkinden çok farklıdır.

    Cebrail Tanrının kendisine görünmek istediği haberini getirir. Yıldırım gibi hızlı uçan kanatlı at, Burak’a binerek göğe yükselir. Muhammed kendisini Kudüs’de Süleyman Peygamberin tapınağı (Kuran’da Mescid-ül Aksa adı geçmektedir) üzerinde uçarken bulur ve nurdan bir merdiven görür. Ve merdivene tırmanarak Tanrıyla buluşmaya çıkar. Yedinci kata çıktığında, Tanrı katına varmadan önüne heybetli bir arslan dikilir, bu Ali’dir. Kükrer bırakmaz onu. (İmamlardan rivayet edilen Şii Mirac anlatılarında da Peygamberin çeşitli biçimlerde Ali ile karşılaşması vardır; ama sadece Anadolu Alevi geleneğinde Ali’yi arslan donunda gördüğü alatılır) Peygamber arslandan çekinir; mühür yüzüğünü (hatem) ağzına vermesini fısıldar kulağına Cebrail. İmam Cafer Sadık Buyruğu’nda ve birçok ozanın “miraçname” adı verilen nefeslerinde ayrıntılarını bulabiliriz.

    Muhammed Miraç dönüşünde Kırklar sohbetteyken kapılarını çalar. Burada geçtiği anlatılan konuşmaları ve arş-ı ala’da, yani göğün en yüksek katında geçen bu metafiziksel olayları Dede’lerden dinlememiş, ya da Buyruk’tan okumamış Alevi can yoktur. Kırklar Meclis’inde  Ali çıkarıp yüzüğünü (hatem) geri verince, Muhammed onun büyüklüğünü tasdik edip “Ey ashaplar, gerçek Ali’dedir; Ali’ye varın, ondan isteyin dileklerinizi” der. Kırklar ikrar verip ikişer ikişer musahib tutarak, Ali’ye talip olurlar.  Muhammed de Cebrail’in rehberliğiyle Ali ile kardaşlık olur. Yer gökle, Cebrail Adem peygamberle, Muhammed Ali ile musahiptir artık.

    Alevi inanç söylenceleri arasında çok önemli bir yeri olan bu göksel Kırklar Meclisi olgusu, Peygamberin İslamı yaymaya ve yaşatmaya çalıştığı  Mekke dönemindeki kendisine bağlı ilk kırk inananla yaptığı gizli toplantı ve tapınmaların, toplum bilincinde kutsanıp mitoslaştırılmasıdır. Bunun İlk örneğini 8.yüzyılın ortalarında  İmam Muhammed Bakır ve Cafer Sadık döneminde yazılmış Ummu’l Kitab’da görüyoruz; Adem yaratılmadan önce  (yaratılış ötesinde) Tanrı’nın kendi nurundan yaptığı ve kendi tahtının en yakınındaki kubbeye yerleştirdiği Ehlibeyt beşlisi dışında, onlara bağlı ve 12 nakib, 28 necib  tanımlamasıyla(kırklar), 1000 renkli Beyazlık denizinde yaşayan, farklı renklerde nurdan ruhsal varlıklar olarak burada geçen Salman, Mikdad, Abu Zer, Ammar vb. verilen adlar göstermektedir ki bunlar,  Peygambere ilk inanan  gerçek Kırklardan başkası değildir.

    Mekke’de ilk İslam topluluğunun tapınma yeri yoktu. İbn Hişam’ın (ö.828) Siyar-ı Nebi’’sine (s. 159, 190) göre,   İslam Peygamberi yaklaşık 13 yıllık Mekke döneminde, ancak yarısında tamamladığı kadınlı erkekli kırk kişilik inananlarıyla kendi evinde, Mekke’nin en dar ve gizli sokaklarında bulabildiği uygun bir mekanda ya da bir mağarada tapınma düzenlemeye başlamıştır. Miraçla birlikte geldiği bildirilen akşam, gece ve sabah olarak Tanrıya dua etmeyi, (salatı) anlaşılıyor ki, putperest Mekkelilerin ağır baskıları yüzünden, kendilerini güvenceye aldıkları zamanlarda akşamdan başlayarak sabaha kadar toplu tapınma biçiminde yerine getiriyorlardı.

    Bilginler Miraç olgusu ya da mucizesi tarihinin, Muhammed’in peygamberliğinin 6.yılı ya da Hicret’ten 4 yıl önce olması gerektiği üzerinde anlaşırlar.  Birincisi, 616  yılı Kırkların, yani ilk İslamların sayısının katılan bir kişi ile kırka tamamlandığı tarihtir. Artık Kırklar Meclisi kurulmuştur. Yukarıda söylenen gizli yerlerde geceleri cem olup, hem gizlice ibadetlerini yapıyor hem de gündüz bulabildikleri, çeşitli biçimlerde sağlayabildikleri günlük yiyecek ve içeceklerini paylaşıyor. Kuşkusuz yarınki yaşamları ve İslamı yayma hizmetlerinin planları da konuşulup tartışılıyordu. Bu kırkı tamamlayan kişi Khattab oğlu Ömer idi.  İbn Hişam’ın kitabından başka, İkhvan as-Safa ‘da (IV.Risale 16.kısım) dahi şu kısa açıklama vardır:

    “Peygamber ilk kez misyonu ve propaganda eylemine Hatice ile başladı, sonra vasisi Ali, dostu Ebubekir, Malik, Abuzer Şuayp, Bilal,  Salman, Mikdad, Cubeyr, Ammar, Basir ve diğerleriyle, bir kadın 39 erkekten oluşan bir topluluk (Alevi inanç geleneğinde bu sayı 19 kadın 21 erkek olarak gösterilmektedir) oluncaya kadar sürdürdü. Peygamber, ya Abu Cehil’in ya da Ömer’in din değiştirerek  İslamın güçlendirilmesi için  Tanrıya yalvardı ve kırk kişi oldular: o zaman yüce davayı açığa vurdular (izharu d-dava)…” 

    İlk Kırklar arasında adı geçen sahabilerden Ebubekir ile Ömer’in Ummu’l Kitab’taki 12 Nakib ve 28 Necib arasında adları bulunmamaktadır. Ayrıca  Kolayni Usul-i Kafi’ eserinde, İmam Bakır’ın Salman, Mikdad, Abu Zer, Ammar Yesari gibi birkaçı dışında, diğer sahabilerin dinin kurucusu Dede’sine ihanet ettiklerini  söylediğini yazmaktadır.  Ömer bin Khattab, aşağıda göreceğimiz gibi, Medine’de ilk toplu tapınmada, -isterseniz ilk Cem’de diyebilirsinz-, ikrar verip Ensar’dan biriyle yol kardeşi (musahip) olmuştu. Ancak Ebubekir ve Ömer, ikisi de Peygamber’in cenazesini bile kaldırmadan verdikleri ikrarlarından döndüler.

    Kırklar Meclisi, etkinliklerini ve toplantılarını gizli yürüterek Yesriblilerle ilişkiler geliştirmişti. Mekke gibi zengin ticaret toplumunun, kutsal inançları ve tüm değerler sistemini altüst eden İslam dininin  bu ilk mensupları, elbetteki gizli bir örgüt gibi çalışacaktı. Bu bağlamda araştırmacı ve tarihçilerin, olayın bu yönünü görmek istemeyip, Kırklar Meclisi’ni ya toptan yadsımaları, ya da hayali “göksel meclis” gibi değerlendirmelerini doğrusu yadırgıyoruz. Bu gizli meclis, özellikle Mekke ticaret aristokrasisi dışındaki yoksul kabile mensuplarını, Bedevileri ve yerli-yabancı emekçi köleleri İslama çekebilmeleri için, yeni ve eşitlikçi, paylaşımcı bir sistemi öngören inanç ve toplu tapınma kuralları yaratmışlardır; İslami söylemle Peygambere vahiy yoluyla inen ayetlerin istedikleri ve öngördükleri düşünce ve  eylemleriydi. Bu bir avuç insan, din kurucusunun önderliğinde ve kendilerini güvencede tutacak bir hizmet dağılımı çerçevesinde, gizlice toplanıp, tapınıyor; konuşup, tartışıyor ve kendi kendilerini eğitiyorlardı.

    Öbür yandan Hicret (göç) etmeye karar verdikleri, Yesrib (Medine) tarımla uğraşan bir kabileler konfederasyonuydu ve toprağı ortak kullanıyorlardı. Ayrıca bazı kabileler Musevi olduğu gibi aralarında yaşayan Hırıstiyanlar da bulunuyordu. Bu nedenlerden dolayı, sığınma durumunda kalacakları bu topluma uygun değerler de geliştirmeliydiler. Böylece “Kırklar” söylencelerinde günümüze kadar ulaşan  (simgesel) bir üzüm tanesini kırka bölmek ya da ezip şerbet yaparak, kırk kişinin tatmasını sağlayacak bir bölüşümcülük ve birine neşter vurulunca hepsinde aynı acıyı duyuracak, kan çıkartacak kardeşlik ortamı oluşmuş olan  bu meclis Medine’ye taşınıp, daha da geliştirildi.

    Medine’ye göç, tapınma yeri ve Kardeşlik tutma

    Muhammed peygamber 622 yılında Medine’ye, 12’sini nakib (vekil) olarak orada  dini yayma hizmeti için gönderdiğinden Kırklar’dan 28’ine ek olarak son birkaç yılda İslam’a yeni kazandırdklarıyla birlikte 70’in az üzerinde Mekkeliyle  göç etmişti. Burada ilk iş olarak tapınmalarını yapmak ve her türlü toplumsal, ekonomik ve güvenlik sorunlarını konuşmak için geniş bir avlu  yaptırdı. Muhammed Mekke’den gelen tüm müslümanlarla (muhacir), bir yıl önce gönderdiği  12 kişinin Medine’de İslama  çevirdiği yerlileri (ensar) burada kardeşleştirdi.  Ünlü “Medine Vesikası”nın ikinci maddesiyle, tarihe mal olmuştur. Demekki asıl zorunlu, yani farz olan,  yazıya geçirilmiş bulunan tapınma “kardeşlik” tutmaktı. Bu kardeşlik, Medine toplumunun sosyo-ekonomik koşullarında, tapınma törenlerinin  bir parçası olarak, ortak çalışıp, kazancı ortaklaşa kullanmak  temelinde ömür boyu ailecek sürdürülecek yol ve inanç  kardeşliğiydi. Ortodoks tarihçilerin “Muahat Akdi” (Kardeşlik Anlaşması) adını verdikleri bu tören, Alevi toplu tapınması Görgü Cemi’nin en önemli kurumu Müsahipliğin kökenidir ve kesintisiz aynı ilkeler bağlamında “ikrar verme, yola girme ya da yolkardeşi olma” ritüelleriyle günümüze değin sürmüştür.

    Muhammed Hamidullah kardeşlik uygulamasını şöyle anlatıyor:

    “Mekkeli muhacirler için Hz. Peygamber bir genel toplantı tertipledi. Bu toplantıda her çalışan, eli iş tutan Medineli Müslümanın (Ensar), bir Mekkeli Müslümanı (Muhacir) ‘kardeş edinmesi’ teklifinde bulundu (Muahat Anlaşması). Buna göre iki tarafın aile mensupları, bu suretle ortaklaşa çalışacak, kazanacaklar ve hatta öz kardeşler, ye ğenler ve başka akrabalar bertaraf etmek suretiyle birbirlerinin mirasçısı olacaklardı. Bulunan bu çare, bu usül senelerce devam etmiş…” 
     
    Profesör olayı sadece bir “ekonomik çare” gibi gösterip,   kardeşlik tutmayı ilk Islam cemaatının toplu tapınmasının bir ögesi olduğunu görmek istemiyor. Her ne hikmetse ortodoks İslam bilginleri, Muhammed Peygamberin her önemli kararı ve eylemini Tanrı’dan aldığı  ayetlere bağlarken bu çok önemli ritüeli bir andlaşma maddesi olarak değerlendiriyorlar. Neyse ki yazar, kardeşlik uygulamasının yıllarca  sürdüğü gerçeğini saklayamıyor. Bu ritüeller İslama giriş, aydınlatıcı din kurucusunun huzurunda, ikrar verme/bağlanma/andiçme töreniydi ve de  biçim ve öz olarak Alevi-Bektaşi inancında uygulanan Musahipliğin ilk örneğidir.  Aynı zamanda bir çeşit mal ve can ortaklığında güvenceye alınmış, toplumsal ve ekonomik bağlamda kurumlaştırılmış olduğu kadar inanç ve yol kardeşliğidir. Örnek olarak verilen  Mekkeli ticaret adamı Abdurrahman Avf ve Hattap oğlu Ömer ile kardeşleşen iki Medinelinin içtenlikle benimseyip herşeylerini bölüşmeye hazır olduklarını görmekteyiz.  

    Bazı kaynaklarda farklı sayılar verilmesine rağmen, bilinen odur ki,  Muhammed Peygamber  13 yıllık Mekke döneminde İslama çevirebildiği 70’in biraz üzerinde Mekkeli  müslüman ile Medine’ye göçetmişti. Yine heriki tarafta baba, oğul kardeş ve akrabaların bulunduğu  Bedr savaşına katılan müslüman erkek sayısının yetmiş olduğu bilinmektedir. Böyle olunca ilk kardeşlik tutan muhacir ve ensar’dan müslüman sayısı 150 civarındaydı.

    Bu ilk toplanma, “cem”olma (toplanma) yerinin adı cami değil, mescid (secde edilen, niyaz yapılan yer) idi. Bu sırada küçük  Kuba mescidinden sonra daha geniş bir avluya sahip Medine mescidini yaptırmış ve ilk geniş toplu tapınma kardeşlik  ritüellerini, yani musahipliği burada gerçekleştirmiş bulunuyor.  Alevilerin  tapınma yeri olan Cemevi, bu ilk mescidin işlevlerini hala sürdürmektedir.
    Muhammed’in Hakka yürümesiyle birlikte ikrarlarını bozan ve kendilerini halife ilan edenler tarafından meclis dağıtıldı. Üyelerinin bir kısmı gaspçı yönetimin yanına geçti, Salman, Abu Zer, Kamber, Mikdad,  Bilal vb. sadık kalanlar ise sürgünden sürgüne uğrayarak yaşadılar. Fatima’yı aynı yıl kaybeden Ali’ye ise 24 yıl boyunca tam bir gözaltı yaşatılmıştı.

    Gerek Kırklar Meclisini ve gerekse Muhammed’in Medine’de gerçekleştirdiği inanç ve yol kardeşleri topluluğu  uygulaması 9.yy. ortalarına doğru ilk kez Basra’da “Temizlik Kardeşleri”(İkhvan-as Safa) adıyla örneklendi. İmam Cafer’in oğlu İmam İsmail soyundan bir gizli İmama bağlıydı bu gizli topluluk. Bir giriş töreniyle güvenilir, sınanmış adaylar kardeşler topluluğuna kabul ediliyordu. Yaklaşık iki kuşak boyunca süren bu topluluk, birisi geniş bir özet olmak üzere  53 Risale’den oluşturulmuş ve dönemin dünyasında bilinen tüm bilim ve felsefeleri, din ve inançları hakkında ayrıntılı bilgiler içeren dünyanın ilk ansiklopedisini hazırlayıp yayınlayarak kendikendini feshetti.

    Temizlik Kardeşleri’nin öngördüğü  toplum tasarımı, ruhsal yaşamın, cennette ölümsüzleşen sonsuzluk hedefi üzerine kurulmuş mükemmelliğe ulaşması için tüm özellikleriyle cennetin nesnelleşmesi, dünyaya taşınmasıdır. “Bunun için Dünyayı ve insanlığı bozulmaktan ve bozan kuşaklardan (baş hedef Abbasiler olmak üzere tüm baskıcı yönemtimlerden)kurtarmak gerekir”. Ancak bu alanda başarılı  olmak için de “din ve inançlar konusunda bilinçli ve gerçek bilimleri özümsemiş bu alanlarda yetişmiş eğitimli, deneyim sahibi kardeşlere (İkhvan) gereksinim vardır ve dinler, ancak mensubu topluluklarla  karşılıklı konuşup tartışmak ve yardımlaşmakla yüceltilebilir”(Ris. I.100, 140; Ris. IV.126) “Devleti Maneviyya” adı verilen bu toplum  tasarımı Karmatiler tarafından 200 yıla yakın uygulanmış ve  “eşitlik, özgürlük ve paylaşımcı ve rızalık düzen içinde  insanların birbirlerini incitmeden yaşadıkları Rıza Kenti (Ütopyası)” biçiminde Buyruk’ta yansıtılmıştır…

    Ve ikrar verip musahip tutanlar, yol oğlu-yol evladı olurlar. Bu bağlamda “Yola Giriş” ya da “İkinci Doğuş” Olarak Musahipliği tanımlayan İlk yazılı kaynak ise erken (proto) İsmaililere dayanmaktadır. 879 yılında Güney Arabistan’a gönderilmiş ilk İsmaili daisi Mansur el Yemen (ölm. 914) olarak bilinen İbn Havşab’ın, “Kitab al-alim wa’l-Ghulam (Bilgin ve Öğrencisinin Kitabı)” adı altında yazdığı, İsmaili Aleviliğine girişin ilkelerini belirleyen yapıtta yola girişi, “yeni bir isimle, ikinci ya da yeniden doğuş” olarak tanımlandığını görüyoruz

    Peygamberin Hakka yürümesiyle (Kırklar) Meclis düzeni ve kardeşlik/Musahiplik esasına dayanan İslamın toplumcu yönetimi, bu düzeni sürdürebilecek tek kişi Kırklar’ın başı olan Ali uzaklaştırılınca toptan yıkıldı. İslam özünden koparılarak iktidardaki kabile ve kişilerin  çıkarlarına hizmet eden din niteliğine sokuldu. Arkasından baskıcı Hanedan imparatorluklarının yönetim dini oldu…

    İslam tarihi boyunca tüm (heterodoks) Alevi inançlı halk hareketleri, büyük başkaldırıların çoğu (görünüşteki çıkışları ne olursa olsun) bu ilk ve gerçek İslamın yarattığı (sınıfsız)

    toplumcu düzeninin özlemi ve uygulanması girişimleridir…